1 Ocak 2015 Perşembe

İBRÂHİM



İBRÂHİM

On Sekizinci Osmanlı Sultânı



Babası: I. Ahmet 
Annesi: Kösem Sultan
Doğum Târihi: 5 Kasım 1616
Vefât Târihi: 18 Ağustos 1648
Saltanat Müddeti: 9 Şubat 1640 - 8 Ağustos 1648
Türbesi: İstanbul’dadır.



Kardeşi IV. Murat’ın ölümü üzerine 25 yaşında ve 18. pâdişah olarak Osmanlı tahtına çıktı. Şehzâdeliğinde çok sıkı bir saray hayâtı yaşamış, kardeşleri öldürüldüğünden korku içinde büyümüştü.




Saltanâtı Dönemindeki Önemli Olaylar

Sultan İbrâhim tahta geçtiğinin ilk senesinde Mirgünoğlu olayı yaşandı. IV. Murat’ın İran Seferi sırasında Revan Kalesi kumandanı olan Emir Mirgünoğlu, kalenin fethinden sonra affedilerek Emirgân’da oturmasına izin verilmişti (Bugün Emirgân adı bu kişinin isminden dolayıdır). Mirgünoğlu, IV. Murat’ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propaganda yaptı. Bu faaliyetleri üzerine İbrâhim, onu îdam ettirdi. Ancak bundan dolayı İbrâhim bâzı çevrelerden düşmanlar kazandı.

Diğer taraftan, Malta Şövalyeleri’nin fırsat buldukça Türk ticâret gemilerine saldırmaları yüzünden, Sultan İbrâhim, onların en büyük sığınağı olan Girit Adası’nın fethini emretti. 20 Haziran 1645’te Sakız Adası’ndan denize açılan Osmanlı Donanması, 17 Temmuz’da Girit’in Hanya Limanı’nı fethetti. Hanya’nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa’da büyük akisler uyandırdı. Almanya ve İtalya asker göndererek Venedik’e yardım kararı aldılar. Bu sırada Hanya muhâfazasına getirilen Deli Hüseyin Paşa, harekâta devamla Resmo Kalesi’ni ele geçirdi.

Bu sırada Hezarpâre Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyan, I. İbrâhim'in de tahttan indirilmesiyle sonuçlandı. Tahta, oğlu IV. Mehmet çıkarıldı. İsyancılar ve bunların önderi olan Sofu Mehmed Paşa, I. İbrâhim'i îdam ettirdiler (18 Ağustos 1648). Ayasofya Selâtin Hazîresi’nde câminin Roma döneminde vaftizhâne olarak kullanılan bölümüne defnedilmiştir (I. Mustafa ve I. İbrâhim Türbesi).

Sultan İbrâhim döneminde devletin iç huzûrunun sağlanması, mâlî durumunun düzeltilmesi için önemli çalışmalar yapılmış, para basılmadan para ayarının düşürülerek ve vergilerin âdil bir şekilde toplanarak hazînenin güçlendirilmesine çalışılmıştı.


Mîmâri Gelişmeler

Sultan İbrâhim döneminde yapılan mîmârî eserlerden en önemlileri; Topkapı Sarayı’nın içine yapılan Sünnet Odası, yine Topkapı Sarayı’nda Sünnet Odası ile Bağdat Köşkü arasına inşâ edilen İftâriye Kameriyesi ve sarayın alt tarafında, deniz kıyısına yapılan yazlık Sepetçiler Kasrı'dır.


Dönemin Sadrâzamları




Kemankeş Kara Mustafa Paşa: *  (1638-1644)



Civankapıcıbaşı Sultanzâde Semiz Mehmed Paşa: * (1644-1645)

Babası, Rüstem Paşa *'nın torunlarından Abdurrahman Bey'dir. Annesi Cığalazâde Sinan Paşa'nın kızıydı. Babasının Osmanlı Hânedânı’yla ilişkisi dolayısıyla "Sultanzâde"; genç yaşta kapıcıbaşı olması dolayısıyla da "Civankapıcıbaşı" diye anılır.

Sarayda yetişti ve 1621'de II. Osman'ın Lehistan Seferi sırasında oldukça erken bir yaşta kapıcıbaşı olarak Enderun'dan çıktı. 1630'da Kubbe vezîri oldu. 1633'te sefer hazırlığındaki ihmâlinden dolayı Rodos'a sürgün edildi.

Affedildikten sonra 1637'de atandığı Mısır Beylerbeyliğinde üç yıl kadar kaldı. 1640'ta azledildi ve büyük bir servetle İstanbul'a gelerek Kubbe vezirliğine ve darphâne nezâreti görevine tâyin edildi. 1641'de Özi Beylerbeyliği sırasında Kazakların eline geçmiş olan Azak Kalesi'ni geri aldı. 1643'te Şam Beylerbeyliğine gönderildi. 1644'te îdam edilen Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın yerine vezîriâzam oldu. Yirmi ay kadar bu görevde kaldıktan sonra 1645'te azledildi.

Kendisine bâzı sancaklar arpalık olarak verilerek tâyin edildiği Girit Serdarlığı sırasında hastalanarak vefât etti. Cenâzesi İstanbul'a getirildi ve Üsküdar Hüdâyî Dergâhı civârında defnedildi.


Nevesinli Sâlih Paşa: * (1645-1647)

Hersek Sancağı’na tâbi Nevesinli olup, ne bir asker ne de idâreci idi. Niğdeli Mustafa Paşa’nın hizmetinde bulunan; daha sonra da ruznâmeci olan İbrâhim Efendi’nin yanında bir mâliyeci olarak yetişmişti. 

Aldığı emri îfâ etmekte son derece başarılı bir adam olan Sâlih Paşa her tarafa uygun politikasıyla, yeniçeri ağalığı bile yapmıştı. Defterdarlık makâmındayken Semiz Mehmed Paşa’dan boşalan sadâreti, tecrübesiz ve genç olduğunu ileri sürerek kabul etmeyen, Hanya Fâtihi Yusuf Paşa’nın ferâgati sebebiyle ele geçirmişti. Yusuf Paşa’nın bu ferâgati ne kadar sitayişle anılsa yeridir. Sâlih Paşa; vezâret-i uzmâda 23 ay kalmış, Sultan İbrâhim’in emriyle boğdurulmuştur (1647). Kabri Üsküdar'dadır.


Kara Mûsâ Paşa: (1647-1647)

Nevesinli Sâlih Paşa'nın îdamı üzerine sadrâzam tâyin edilmiş ve Sadâret Mührü kaptanıderyâ sıfatıyla seferde bulunduğu Girit'e deniz yolu ile gönderilmiştir. Ancak Kara Mûsâ Paşa, tâyininden beş gün sonra, haberi almış ancak mührü henüz alamamış iken, Kandiye Kalesi kuşatmasında şehit düşmüştür.

Ölümü üzerine gemiler yoldan çevrilerek mühür İstanbul'a geri getirilmiş ve Kara Mûsâ Paşa beklenirken vekâleten sadrâzamlık görevini yürüten Hezarpâre Ahmed Paşa asâleten sadrâzamlığa getirilmiştir. Bu nedenden dolayı, Kara Mûsâ Paşa Osmanlı sadrâzamlarını listeleyen bâzı belgelerde yer almaz.


Hezarpâre Ahmed Paşa: (1647-1648)

Esâsında sadâret kaymakamı olarak tâyin edilmişti. Çünkü vezîriâzamlık seferde bulunan Kaptanıderyâ Mûsâ Paşa’ya verilmişse de, yeni sadrâzam İstanbul’a gelene kadar, Kaymakam Ahmed Paşa bin bir dolap çevirmiş, pâdişah iki yaşındaki kızı Beyhan Sultan’ı Ahmed Paşa ile nişanlamış olduğundan sadâret kaymakamlığı, sadrâzamlığa kalb edilmişti.

İşine çabuk gelemeyen Mûsâ Paşa, sadrâzam olma şerefinden mahrum kalırken belki de hayâtını kurtarmış oluyordu! Mûsâ Paşa’ya ikinci vezirlik verilmişti. Ahmed Paşa çeşitli hîle ve dolaplarla ele geçirdiği sadâret ile Sultan İbrâhim devrinin son perdesini başlatmış oluyordu. Yeni sadrâzam, rüşveti normal hâle getirmiş, vermeyen anormaldi. Makam ve mêmuriyetler müzâyede ile satılmaktaydı.

Hayli yıldır süregelen Girit Savaşı’na hiç atfı nazar etmiyor, kahraman Gâzî Deli Hüseyin Paşa, düşman önünde mahrûmiyetler içerisinde destanlar yazıyor, düşman üstüne saldırırken askerinin en önünde, geri çekilirken askerinin en arkasında kalarak emrindekilerin kendisine olan inanç ve sevgisini muhâfazaya çalışıyordu. Maalesef İstanbul'dan ne bir yardım gelmekte ne de, askerin maaşı gönderiliyordu. Hüseyin Paşa; mârifet gösteren nice kahramanlara bir zeâmet veya tımarı mükâfat olarak, salâhiyetine dayanarak veriyorsa da, bu yerler hemen İstanbul'da sadrâzam eliyle başkalarına satılıyordu. Pâdişah ise, almış olduğu şehvet arttırıcı ilaçlar sâyesinde varmış olduğu şehvet kudreti hasebiyle durmadan gözde değiştirmekte, gözdeler çoğaldıkça masraflar çoğalmaktaydı. Bu gözdeler arasından “Voyvoda Kızı” diye anılan masalcı, pâdişâha "Samur Kürk" diye bir masal anlattığında, pâdişah bu masalın têsirinde kalarak öyle bir samur merakına kapılmıştı ki, samur fiyatları bire sekiz pahalaşıyordu. Rusya bu samur merakına tutulan Osmanlı Devleti’ne sattığı samur kürkler sâyesinde adam akıllı para kazanıvermişti. Devlet adamları pâdişahta husûle gelen bu meraka, kitleler hâlinde hediye samur kürkler sunarak katılıyorlar ve "Samur Devri" diye anılan bir dönem yaşanmış oluyordu.

Ahmed Paşa her ne kadar saklanmışsa da, cemiyetin harekâtının gelişmelerinden haber almaktaydı. Nihâyet kendisi hakkında alınan bütün kararlardan haberdar olmuştu. Yaptığı yanına bol miktarda para alıp, makbul zamânında makam ve mevki verdiği kimselerin yanlarına gitmek oldu. Ne var ki; her yerden boş dönüyor, her biri, birer bahâne ile vaziyetine bigâne kalmaktaydı. Vefâlı kimse bulmak kolay değildir, bulanda vefâlı dostuyla ne kadar övünse azdır. Ahmed Paşa; senelerce mevki-i sadârette bulunduğu hâlde bir tek vefâ sâhibi edinememiş demek ki, bak şu işe!

Kapı kapı dolaşan eski sadrâzam, nihâyet Aksaray'da Hacı Behram'dan ummadığı alâkayı gördü. Çok sevindi. Ne çâre ki Behram'ın niyeti ihânet imiş. Bir yandan Ahmed Paşa’yı konağına buyur ederken, Sofu Mehmed Paşa’nın konağına haberi uçuruvermişti. Mehmed Paşa adamlarını gönderip, Ahmed Paşa’yı konağına aldırıyor, kendisine çeşitli vaatler yaparak ikramlarda bulunurken beri yandan da, kellesini koparmak için cellat hazırlattırıyordu. İstirahat etmesi için odadan çıkıyor, ancak adamlarından birini içeri yollayıp para istetiyordu. Bu pazarlık epeyi bir zaman sürüyor ve Ahmed Paşa’nın artık Kuruş’u kalmamıştır.

Bu sırada iki kişi kendisini koltuklarına girer ve yardımcı oluyormuş gibi yürütmeye başlarlar. Eski sadrâzam, bunlara baktığında âniden sararır, çünkü birisi saray cellâdı Kara Ali, diğeri Hamal Ali'dir. Tabii ki boğdular. Cesedin ertesi gün atıldığı yer Atmeydanı oldu. Bu sırada herifin biri bu paşa semiz bir adamdı, bunun eti derde devâ diye bir herze yumurtladı. Birçok kişi bu cesetten bir parça koparıp evine götürdü bu andan sonra öldürülen sadrâzamın lâkabı, bin parça mânâsına gelen "Hezarpâre" oldu.

Mîzâncı Murad Bey’in Rodos Adası’ndaki sürgünü esnâsında, yazmış olduğu ve adı oğlu Faruk Bey'in adından mülhem, Târih-i Ebu'l Faruk adlı Osmanlı târihinde: "..Kösem Vâlide Sultan’ın têsirinin düşüş gösterdiği bir dönemde, vâlide sultan, Sadrâzam Ahmed Paşa’ya: Bu yâni Sultan İbrâhim beni de seni de sağ komaz. Âlem harap oluyor. Devlet de elden gidiyor, bunun hakkından gelelim de şehzâdeyi cülus ettirelim. Ahmed Paşa: "Ben edemem Sultânım. Varsın beni öldürsün. Ben velînîmetime ihânet edemem, suikaste ise aslâ cür'et edemem." cevâbını verir.”

Yeniçeriler tarafından linç edilerek (parçalanarak) öldürülmüş olduğu için, târihçilerce Farsça "bin parça" anlamına gelen "Hezarpâre" lâkabıyla anılmıştır. Sağlığında "Tezkereci Ahmed Paşa" ismi kullanılmıştır. Bir rivâyete göre de, öldürüldükten sonra, çok şişman bir kimse olan sadrâzamın yağları "mafsal ağrılarına iyi gelmektedir" reklamıyla parça parça edilip ahâliye zorla satılmıştır.

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapabilirsiniz.