II. MAHMUT
Otuzuncu Osmanlı Sultânı
Babası: I. Abdülhamit
Annesi: Nakşidil Vâlide Sultan
Doğum Târihi: 20 Temmuz 1785
Vefât Târihi: 2 Temmuz 1839
Saltanat Müddeti: 28 Temmuz 1808 - 2 Temmuz 1839
20 Temmuz 1785 târihinde Topkapı Sarayı'nda doğdu. Öğrenimi ile Sultan III. Selim, pâdişahlığı
sırasında bizzat meşgul olmuştur.
Tahta çıkmadan 1 yıl 2 ay önce Sultan IV.Mustafa'nın velîaht-şehzâdesi oldu. Kezâ sarayda onun dışında Osmanlı Âilesi’nden hiçbir erkek bulunmamaktaydı. Kabakçı Mustafa İsyânı sonunda tahttan indirilen III. Selim'i tekrar pâdişah yapmak için gelen,
Rusçuk Âyânı Alemdar Mustafa Paşa, âsîlerle birlikte hareket eden Sultan IV.Mustafa'yı tahttan indirdi. Saraya girdiğinde
III. Selim'in öldürüldüğünü öğrenen Alemdar Mustafa Paşa, kâtillerin elinden
canını zor kurtaran II. Mahmut'u tahta çıkardı. Sultan II. Mahmut 28 Temmuz
1808 târihinde tahta çıktığında 23 yaşındaydı. Avrupa'daki yenileşme hareketlerini benimsemişti. Adâlet işlerine
gereken önemi verdi, yeni kânun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine
"Adlî" sanı verildi.
Şiiri, edebiyâtı ve bilimi seven, halk
arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan II. Mahmut,
Osmanlı İmparatorluğunu
gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya
çalıştı. 14 Mart 1827'de, İstanbul'da, Türkiye'nin ilk tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'yi kurdu.
Sultan II. Mahmut yakalandığı verem
hastalığından kurtulamayarak, 1 Temmuz 1839 günü dinlenmek için gittiği kardeşi
Esmâ Sultan'ın Çamlıca'daki köşkünde, 54 yaşında vefât etti. Büyük bir cenâze töreni ile
halkın gözyaşları arasında Dîvanyolu'nda kendisi için oğlu Abdülmecit tarafından Ebniye Müdürü Mîmar Abdülhalîm Efendi'nin inşâ ettiği II. Mahmut Türbesi'ne defnedildi.
Saltanâtı Dönemindeki Önemli Olaylar
Saray Politikası
II. Mahmut Alemdar Mustafa Paşa'ya
geniş yetkiler tanıdı. Sadrâzam, ilk iş olarak da Kabakçı Ayaklanması’yla ilgili görülenleri cezâlandırdı. Rusçuk ileri gelenlerine önemli görevler verdi. Rumeli ve Anadolu'daki âyânı İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifâk'ı yaptı (29 Eylül 1808). Bu belge ile âyânlar, hükûmet
emirlerini dinleyeceklerine söz veriyorlardı. Nizâm-ı Cedit Ordusu’nu
Sekbân-ı Cedit
adıyla yeniden kurdu. Konya'dan çağrılan Vezir Kadı Abdurrahman Paşa'yı yeni ordunun başına getirdi. Esame adı verilen yeniçeri ulûfe cüzdanlarını, bedellerini ödeyerek satın alıp, imhâ
ettirdi. Alınıp satılabilen bu cüzdanlar sâyesinde, askerlikle münâsebeti
olmayanlar, asker maaşı alabiliyorlardı. Binlerce esame imhâ ettirdiyse de bu
konuda tam bir başarı gösteremedi. Gelişmeleri öfkeyle izleyen IV.Mustafa ve
Kapıkulu Ocakları mensûbu ağalar 14 Kasım 1808 gecesi, Alemdâr'ın konağını bastılar. Gelecek
yardımı bekleyerek yeniçerilerle kıyasıya çarpışan sadrâzam, damı delmekte olan
yeniçerileri görünce patlattığı barut fıçısıyla intihar etti. Bunun üzerine, Rusçuk Âyânı’ndan
Defterdar Tahsin Efendi ile Umûr-ı Cihâdiyye Nâzırı Behiç Efendi İstanbul'dan kaçtılar; Sadâret Kethüdâsı Mustafa Refik Efendi âsîler tarafından parçalandı. Ayaklananlar II. Mahmut'u tahttan indirmek için saraya saldırdılar. Kadı Abdurrahman Paşa Sekbân-ı Cedit askeriyle Topkapı Sarayı'nı
savundu. Bozguna uğrayan ayaklananların üzerine giden Abdurrahman Paşa,
3.000'den fazla yeniçeri ve diğer ayaklananları kılıçtan geçirtti. Bu sırada donanma toplarıyla İstanbul'u
ateşe tuttu. Yıkılan binâlar ve ölen insanlar karşısında neye uğradığını anlayamayan İstanbul halkı, saldırıyı durdurtan ulemâ sâyesinde
can güvenliğine kavuştular. İki taraf da birbirine karşı üstünlük gösteremedi.
Bu yüzden Sultan II. Mahmut iktidârını 18 yıl boyunca ince bir denge üzerine
kurmak zorunda kaldı. Kadı Abdurrahman Paşa Anadolu'ya kaçtı ama hakkında çıkan ferman gereği îdam edildi. Rusçuk Âyânı’ndan Ramiz Paşa'yı gizlice Rumeli'ne
kaçırtan Sultan II. Mahmut, 18 Kasım 1808 târihinde Sekbân-ı Cedîd'i dağıtmak
zorunda kaldı.
Alemdar Mustafa Paşa yerine sadârete getirilen Çavuşbaşı Memiş Paşa, 1 ay 9 gün sonra bu görevden azledilerek Sakız'a sürüldü. Daha sonra Halep Beylerbeyi Kör Yusuf Ziyâüddîn Paşa * sadârete çağrıldı. 1809 Osmanlı - Rus Savaşı'na katılan Yusuf Ziyâüddîn Paşa, savaş bitmeden görevinden
alındı. Yerine sadrâzam olan Laz Aziz Ahmed Paşa (10 Nisan 1811) Rusçuk'u Rusların elinden aldı (9 Temmuz 1811). Savaşın sonunda imzâlanan
Bükreş Antlaşması'yla (28 Mayıs 1812) Basarabya'nın tamâmı Rusya'ya bırakıldı. Sadrâzam Ahmed Paşa, 5 Eylül 1812'de
görevinden alınarak, yerine Hurşid Ahmed Paşa getirildi. Bu sırada, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki Epir bölgesinde nüfuz kazanan Tepedelenli Ali Paşa, ikinci bir Mısır Hıdivi Mehmed Ali olma
yolundaydı. Oğullarıyla birlikte bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Sultan II.
Mahmut, nişancısı Hâlet Efendi'nin
de etkisiyle, Sadrâzam Hurşid Ahmed Paşa'yı Tepedelenli'nin üzerine gönderdi.
Hurşid Ahmed Paşa, Tepedelenli'nin elinden işgal ettiği yerleri geri
alarak oğullarıyla birlikte perîşan etti. 1 Nisan 1815 târihinde sadrâzamlık görevinden alınan Hurşid Ahmed Paşa'nın yerine, Mehmed Emin Rauf Paşa sadrâzam
oldu. 2 yıl 9 ay bu görevde kaldıktan sonra azledilerek yerine Bursa Beylerbeyi Burdurlu Derviş Mehmed Paşa getirildi. Mustafa Reşid Paşa *'nın amcası (eniştesi?) Seyyid Ali Paşa, 5 Ocak
1820 târihinde, Derviş Mehmed Paşa'nın yerine sadrâzam oldu.
Seyyid Ali Paşa'nın sadâreti zamânında başlayan Yunan Ayaklanması (12 Şubat 1821) Kaptanıderyâ
Nasuhzâde Ali Paşa'nın, Sakız Limanı’na girmesiyle bastırıldı (11 Nisan 1822). Ayaklanmanın bastırılması Avrupa devletleri arasında
geniş yankı uyandırdı. Sadâret makâmındaki değişiklikler şu sırayla devam etti: Seyyid Ali Paşa 28 Mart 1821'de görevinden alınarak, yerine Çıldır Beylerbeyi Benderli Ali Paşa getirildi. 8 gün fiilen sadrâzamlık yapan Ali Paşa, İstanbul'da olmadığı zamanda yerine Kaymakam Hacı Sâlih Paşa
vekâlet etti. Ali Paşa azlinden bir ay sonra Kıbrıs'ta îdam edildi. 19 Kasım 1822'ye kadar görevini sürdürebilen Sâlih
Paşa, bu târihte azledilerek yerine Bostancıbaşı Deli Abdullah Paşa sadrâzam oldu. 4 ay sonra İzmit'e sürülen Abdullah Paşa'nın
yerine Turnacızâde Silahdar Ali Paşa sadrâzamlığa getirildi (10 Mart 1823). 9 ay 4 gün
sonra 13 Aralık 1823'te azledildi ve Karaman Beylerbeyliğine getirildi. Yerine Benderli Mehmed Selim Sırrı Paşa atandı. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, bu sadrâzam zamânında gerçekleştirildi. Târihte
Vakâ-i Hayriye
adıyla anılan 16 Haziran 1826'da gerçekleşen bu olaydan sonra Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı yeni bir ocak kuruldu.
Osmanlı - Rus İlişkileri
Sultan II. Mahmut tahta geçtiği zaman
Osmanlılar Ruslarla savaş hâlindeydi.
İngiltere ile 1809'da yapılan antlaşma sonucu Ruslarla savaşa devam
kararı alındı. Rusların Fransa ile olan sorunları, Osmanlı Ordusu'nun yıllarca süren savaştan yorgun düşmesi yüzünden iki
devlet de barış imzâlamaya mecbur kaldılar.
28 Eylül 1812 târihinde imzâlanan Bükreş Antlaşması ile Rusya, Eflak ve Boğdan'dan çekilecek, Basarabya bölgesi ise Ruslara bırakılacaktı. Osmanlılar Bosna ve Eflak’tan 2 yıl vergi almayacak, Sırplar kendi içlerinde
serbest kalacaktı. Tuna Nehri’nde hem Osmanlı hem de Rus gemileri serbestçe dolaşabilecekti. Prut ve Tuna nehirlerinin sol sâhilleri iki ülke arasında sınır kabul
edilecekti.
Daha sonra Rusya 1826 yılında II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasından dolayı zayıflığından yararlanarak Osmanlı
Devleti’yle Akkerman Antlaşması'nı imzâladı. Bu antlaşmayla hükümlerince Eflak ve Boğdan'da Rusya'ya ek haklar tanındı.
Sırp İsyânı
Fâtih Sultan Mehmet zamânında
fethedilen Sırbistan, Osmanlı’nın adâletli ve hoşgörülü yönetiminden çok memnundu.
Sırp İsyânı’nın
nedenleri şunlardır:
- XVII. yüzyılda Osmanlı yönetimindeki
otorite zayıflığı,
1804 yılında Kara Yorgi'nin başlattığı Sırp İsyânı’nı Rusya desteklemişti. Osmanlı Devleti Rus Harbi ile meşgul olduğu
için Sırp İsyânı 1812'den sonra ancak bastırılabildi. Osmanlı Devleti ve Rusya
arasında imzâlanan Bükreş Antlaşması ile Sırplara bâzı imtiyazlar verildi.
Sırbistan'daki ikinci isyânı Miloş Obrenoviç çıkardı. Osmanlı Devleti Miloş'u Sırp Prensi olarak kabul etti.
1828-1829 yılları arasında yapılan Edirne Antlaşması ile Sırbistan yarı
bağımsız hâle gelmiştir.
Yunan İsyânı ve
Navarin Deniz Savaşı
Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı
İmparatorluğunda,
Yunanlar da Fransız İhtilâli’nin etkisi altında kalmışlardı. Rusya ve Avrupa devletlerinin
kışkırtmaları ile birlikte Filiki Eterya Cemiyeti'nin çalışmaları sonucu
Yunanlar Osmanlı Devleti’ne karşı harekete geçtiler. Filiki Eterya Cemiyeti'nin amacı Bizans İmparatorluğunu yeniden kurmaktı. Rus Çarı’nın yâveri Aleksandros İspilantis'in kurduğu bu cemiyet Yanya Beylerbeyi Tepedelenli Ali Paşa'nın varlığından dolayı rahat hareket edemiyorlardı.
Tepedelenli Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimine karşı isyan etmesini fırsat bilen Yunanlar ayaklandılar.
Ayaklanma ile ilgisi olduğu düşünülen Fener Patriği V. Grigorios, 22 Nisan 1821'de Sadrâzam Benderli Ali Paşa tarafından îdam ettirildi. Bu olay Avrupa kamuoyunun Türkler aleyhine dönmesine neden olmuştur. Eflak'ta başlayan bu ayaklanma kısa bir sürede bastırıldı.
İkinci isyan Mora'da çıktı. Kısa sürede genişleyen bu isyânı bastırması için,
başarılı olduğu takdirde Mora ve Girit beylerbeyilikleri
vaat edilen Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa görevlendirildi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrâhim
Paşa komutasındaki kuvvetli bir ordu ve donanmayı Mora'ya gönderdi ve isyânın bastırılmasını sağladı. Yunan İsyânı’nın bastırılması Avrupa'da büyük üzüntü yarattı. Ayrıca
Mora ve Girit'in Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın eline geçmesi İngiltere'nin işine gelmemişti. Zayıf bir Yunan Devleti'nin kurulması İngiltere ve Rusya'nın çıkarlarına daha uygundu.
Yunan Ayaklanması’nın bastırılmasından hoşnut olmayan İngiltere, Rusya ve Fransa aralarında bir antlaşma yaparak Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini istediler. Sultan II. Mahmut'un
bu isteği reddetmesi üzerine bu devletler donanmalarını Yunan kıyılarına
gönderdiler. Mora'nın Navarin Limanı'na giren birleşik donanma, burada demirlemiş Osmanlı Donanması’nı, top ateşine tutarak yok etmiştir (20 Ekim 1827).
Edirne Antlaşması
Sultan II. Mahmut'un Navarin'de Osmanlı Donanması’nın yakılması ile sonuçlanan
olaylardan dolayı savaş tazmînâtı istemesi üzerine, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yeni bir savaş çıktı (1828). Sultan
II. Mahmut bu arada Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmış, yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye isimli yeni bir askerî teşkîlat kurmuştu. Teşkîlatlanmasını
henüz tamamlayamamış olan bu ordu Rus kuvvetleri karşısında önemli bir varlık gösteremedi. Eflak ve Boğdan'ı işgal eden Ruslar, Tuna'ya kadar indiler. Balkanlar’ı aşan Rusya, batıda Kırklareli'yi alarak, Edirne'ye kadar, doğuda ise Kars, Aşkale'yi alarak Erzurum'a kadar ilerledi. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti
barış istedi. Ruslarla yapılan Edirne Antlaşması sonunda, Yunanistan'a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan'a imtiyazlar tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerleri geri
verdiler. Rus ticâret gemilerine boğazlardan geçiş hakkı tanındı. Osmanlı
Devleti Rusya'ya savaş tazmînâtı ödemeyi kabul etti.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyânı
Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Napolyon tarafından işgal edilen Mısır'ı kurtarmak için Mısır'a giden gönüllülerdendi. Okuryazar
değil fakat zeki bir kimseydi. Askerî yeteneklere de sâhip olan Kavalalı Mehmed
Ali Paşa Kâhire'de başıbozuk askerin belli bir disiplin altına alınmasını sağlamış,
gösterdiği başarılardan sonra Mısır'a beylerbeyi olmuştu (1804).
Kavalalı Mehmed Ali Paşa beylerbeyiliği sırasında önemli hizmetlerde bulunmuş değerli
bir devlet adamıydı. Kölemen beylerini ortadan kaldırdı. Fransızların desteğiyle kuvvetli bir ordu ve donanma kurdu, sulama
kanalları açarak tarıma önem verdi ve Mısır'ın kalkınmasını sağladı.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Mora İsyânı sırasında Mora ve Girit beylerbeyiliklerinin kendisine verilmesi şartıyla Sultan II. Mahmut'a
yardım etti. Mora İsyânı’nı bastıran Mehmed Ali Paşa, Osmanlı - Rus Savaşları’nda Osmanlı Devleti’nin yardım istemesine rağmen kuvvet
göndermedi. Mora Beylerbeyliği yerine Şam Beylerbeyliğini isteyen Mehmed Ali Paşa, bu isteğinin
reddedilmesi üzerine önce oğlu İbrâhim Paşa'yı, borçlarını ödemeyen Akka (Sayda) Beylerbeyi Abdullah Paşa'nın
üzerine gönderdi. İbrâhim Paşa, isyan sırasında Akka, Şam, Hama, Humus'u alarak Toros Dağlarını aştı. İbrâhim Paşa'nın kuvvetleri Adana ve Konya'da Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattı.
Bu başarılardan sonra Mehmed Ali Paşa kuvvetlerini İstanbul'a kadar durdurabilecek herhangi bir güç kalmamıştı. Sultan II. Mahmut Ruslardan yardım istedi. Rus donanmasının İstanbul'a gelmesinden tedirgin olan
İngilizler ve Fransızlar, Mısır ile Osmanlı Devleti arasında bir barış
antlaşması imzâlanmasını sağladılar. Osmanlı Devleti ile Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali
Paşa arasında imzâlanan Kütahya Antlaşması’na göre Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya Mısır ve Girit beylerbeyiliklerinin yanı sıra Şam Beylerbeyliği, oğlu İbrâhim Paşa'ya da Cidde Beylerbeyliğine ek olarak Adana Beylerbeyliği de verildi.
II. Mahmut bundan sonra, orduyu düzene sokmaya çalıştı. Avrupa'ya askerlik öğrenimi için öğrenciler gönderdi. Mısır'da güçlü bir yönetimin bulunması İngilizlerin işine gelmemişti. Çünkü Mehmed Ali Paşa İngilizlerin bu
bölgede ticâret yapmalarını engelliyordu. Bu sorunun o bölgede tekrar Osmanlı Devleti’nin hâkim olmasıyla çözüleceğine inanan İngiltere, Sultan II. Mahmut'u Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya karşı
kışkırttı. Yeteri kadar güçlendiğine inanan II. Mahmut, Mısır meselesini
halletmeye karar verdi. Bunun için Hâfız Mehmed Paşa komutasındaki kuvvetleri
Mısır üzerine gönderdi. Nizip'te yapılan savaşta Osmanlı Ordusu bir kez daha yenildi
(24 Haziran 1839). Kaptanıderyâ Ahmed Paşa Osmanlı Donanması’nı Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya teslim etti (1839). Artık
Osmanlı Devleti'nin, kendi beylerbeyine karşı yaptığı savaşlar sonunda ne ordusu, ne donanması
kalmıştı. Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde Sultan II. Mahmut öldü (1 Temmuz
1839), yerine oğlu Abdülmecit pâdişâh oldu.
Boğazlar Sorunu
Sultan II. Mahmut, Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyânı sırasında boğazlara
gelen Ruslarla, Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı
imzâladı(1833). İmzâlanan bu antlaşma ile aşağıdaki maddeler kabul edildi;
- Osmanlı Devleti, savaş tehlikesi ile
karşı karşıya kaldığı zaman Rusya, Osmanlı Devleti’ne kuvvet gönderecekti.
- Rusya'ya karşı bir saldırı olduğu zaman, Osmanlı Devleti
Çanakkale
ve İstanbul boğazlarını
kapatarak diğer ülke donanmalarının Karadeniz'e açılmalarına engel olacak ve Rusya bu sâyede güneyden deniz yoluyla gelecek saldırılarla uğraşmak zorunda kalmayacaktı.
- Bu antlaşma 8 yıl boyunca yürürlükte
kalacaktı.
Bu antlaşma Osmanlı Devleti’nin
boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını kullanarak imzâladığı son antlaşmadır.
Ayrıca Ruslar bu antlaşma sâyesinde Karadeniz'de güvenliklerini sağlamış
oluyorlardı.
Askerî ve idârî alanda ıslahatlar yapmaya çalışan Sultan II. Mahmut, Sekbân-ı Cedit adı verilen yeni bir askerî teşkîlat kurdu (14 Ekim 1808).
Ancak yeniçeriler kendilerine tehlike olabilecek alternatif bir askerî kuvvet istemiyorlardı.
Ayaklanarak Sekbân-ı Cedîd'in kaldırılmasını sağladılar.
Eşkinci Ocağı adı verilen yeni bir askerî teşkîlat kuran Sultan II. Mahmut'a
karşı yeni bir yeniçeri isyânı oldu. Sultan II. Mahmut,
artık Osmanlı Devleti için kanayan bir yara hâline gelen Yeniçeri Ocağı’nı Vakâ-i Hayriye adı verilen olayla ortadan kaldırdı (15 Haziran 1826).
Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, onun yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verilen yeni bir askerî teşkîlat oluşturuldu.
Yapılan yeniliklerin merkezden uzakta
bulunan beylerbeyiler ve idâreciler tarafından da benimsenmesi gerektiğine inanan Alemdar Mustafa Paşa Sultan II. Mahmut döneminde âyânlarla Sened-i İttifâk'ı imzâladı. Buna göre âyânlar merkeze sâdık kalacak ve
yenilik hareketlerini destekleyecek, pâdişahlar da âyânların elde etmiş oldukları hakları tanıyacaktı.
Sened-i İttifak ile âyânlar, pâdişâhın mutlak otoritesine karşı siyâsî bir meşrûiyet
kazanmış oluyorlardı. Pâdişah otoritesinin başka herhangi bir güçle ortaklık kabul
etmesi mümkün değildi ve Osmanlı idârî yapısının hem rûhuna hem de tabiatına
aykırıydı. Bu sebeple zâten ölü doğan Sened-i İttifak çok uzun ömürlü olmadı.
Kısa bir süre sonra Sultan II. Mahmut, idâreyi tamâmen eline alarak âyânları
bir bir ortadan kaldırarak merkezî otoriteyi güçlendirmeye çalışmıştır.
Osmanlı Devleti'ndeki çöküşü fark eden
II. Mahmut, hayâtı boyunca imparatorluğu Batı düzenine uydurmaya
çalıştı. Böylece, olumsuz gidişi durduracağını düşünüyordu. Bunun için
çıkarttığı kıyâfet kânûnuyla (3 Mart 1829) devlet mêmurlarının kavuk, sarık,
şalvar ve çarık giymelerini
yasakladı. Bunların yerine fes, pantolon, ceket giyilecekti. Buna karşı çıkanları şiddetle
cezâlandırdı. Saray yaşayışını değiştirerek Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı; setre ve
pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. Bu
değişikliklerin lüzûmunu anlayamayan halk, II. Mahmut'u "Gâvur Pâdişah" diyerek andı. Batılı kurumların çalışmalarından
esinlenerek yalnız erkekleri belirten nüfus sayımı yaptırttı (1831).
Böylece yeni kurduğu ordunun devâmını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi. Bu sayım sonucunda 4
milyon Hıristiyan ve 8 milyon Müslüman tespit edildi. Ayrıca Anadolu'da 2.500.000'dan fazla, Rumeli'de de 1.500.000 erkek vatandaşın yaşadığı tespit edildi.
Avrupa'nın önemli şehirlerinde dâimî
elçilikler
kurdurttu. İlk resmî gazete olan Takvim-i Vekâyî'nin çıkmasını sağladı (1 Kasım 1831). Medreselerin yanında Avrupalı tarz eğitim veren yeni okullar açıldı
ve Avrupa'ya öğrenciler gönderildi. Avrupa hükûmet düzenini benimseyerek dîvan teşkîlâtını kaldırdı ve onun yerine bakanlıklar (nâzırlık) kurdu. 30 Mart 1838'de sadrâzamlık makâmına "başvekâlet", sadrâzama "başvekil" denilmesi kararlaştırıldı. Ölen ya da azledilen
devlet mêmurlarının mallarına el konması anlamına gelen "müsâdere" usûlünü kaldırdı. Ayrıca devlete ıslahat hareketlerinde yardımcı olmak, yeni teklifler getirmek, mêmurların
terfî ve yargılanmasıyla uğraşmak üzere Dâr-ı Şûrâ-yı Bâb-ı Âlî kuruldu. Başvekâlet, Mâliye, Dâhiliye, Hâriciye, Evkaf nezâretleri gibi teşekküller hep onun emriyle kuruldu. Askerî
konuları görüşmekle görevli Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî, sivil görevlilerin yargılanması ve hükûmetle halk arasında
dâvâların görüşülmesi için Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye kuruldu. Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu îlan etti. Rüştiyeler ve devlet mêmurlarının yetişmesi için
Mekteb-i Maârif-i Adliye kuruldu. Tıbbiye ve Harbiye okulları açıldı. Bu okullar için yabancı kaynaklı eserler
Osmanlıcaya çevrildi.
Posta Teşkîlâtı’nın kurulması ve karantina uygulaması da yine Sultan II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi. Avrupalı tüccarlarla rekâbet edebilmeleri için Türk tüccarlara gümrük kolaylıkları getirildi. Ülke içinde ve dışında yapılacak
seyahatler için, bâzı esaslar kabul edildi. Buna göre ülke içinde seyahat
yapacak yurttaşlar mürûr tezkeresi (geçiş belgesi) taşıyacaklar, ülke dışına çıkacak
yurttaşlar da Hâriciye Nezâreti’nden (Dışişleri Bakanlığı) pasaport alacaklardı.
Mîmârî Çalışmalar
Sultan II. Mahmut döneminde, mîmârî alanda da yeni bir
gelişmenin başladığı görülür. İmparatorluğun değişik bölgelerinde
birbirinden güzel yapılar inşâ edildi. Sultan II. Mahmut'un yaptırdığı
eserlerden bâzıları şunlardır; Rodos Süleymâniye Câmii, İzmir Bıyıklıoğlu Mahmud Câmii, hayâtını kurtaran Cevri Kalfa'nın adını verdiği mektep, Nusretiye Câmii, İstanbul Kocamustafapaşa Küçük Efendi Câmii ve Külliyesi, Taşkışla, Gülhâne Parkı girişindeki Alay Köşkü.
Sultan II. Mahmut ayrıca, İstanbul'daki bütün büyük câmilerin tâmirini de yaptırdı. Unkapanı Köprüsü yine onun zamânında yapıldı. Mekke-i Mükerreme'de bir medrese yaptırdı ve Mescid-i Aksâ'yı tâmir ettirdi. Aynı zamanda hattat, bestekâr ve şâir olan Sultan II. Mahmut yazdığı şiirlerde “Adlî”
mahlasını kullandı.
Dönemin Sadrâzamları
Alemdar Mustafa Paşa: * (1808)
1808 yılında IV. Mustafa, Kabakçı Mustafa İsyânı’yla amcası III. Selim'i tahttan indirdi ve Nizâm-ı Cedit reformlarını
kaldırmaya yeltendi. Olaylar üzerine İstanbul'dan Rusçuk şehrine kaçıp Alemdar Mustafa Paşa'ya sığınan reform yanlıları Alemdar Mustafa Paşa'yı İstanbul'a gitmesi için
teşvik ettiler. Rusçuk Âyânı sıfatı ve yanında 15.000 askeriyle IV.Mustafa'yı tahttan
indirerek yerine tekrar III. Selim'i geçirmek için İstanbul'a gelerek Kabakçı
Mustafa İsyânı elebaşlarını bertaraf etti.
Olayları duyan Kabakçı Mustafa'nın adamları III. Selim'in odasına ulaştı ve o sırada ney
çalmakta olan eski pâdişahı öldürüp cesedini Mustafa Paşa'ya gönderdiler. Yaptıklarının boşa gittiğini
düşünen Alemdar Mustafa Paşa'yı adamları Şehzâde Mahmut'u kurtarması yolunda uyardılar.
Bu sırada IV.Mustafa'nın adamları çatıda saklanmakta olan Şehzâde Mahmut'un
odasına ulaşmıştı. Tam o sırada Alemdar Mustafa Paşa'nın adamları yetişti ve şehzâdeyi kurtardı.
Alemdar Mustafa Paşa, Şehzâde Mahmut'u
yeni pâdişah, kendisini ise onun sadrâzamı îlan etti. Sadrâzamlığında köklü reformlara gitmiş, merkezî
otoriteyi kuvvetlendirmek için Anadolu'nun başıbozuk âyânlarıyla Sened-i İttifak anlaşmasını imzâlamış, Nizâm-ı Cedit Ocağı’nı Sekbân-ı Cedit adında yeniden kurmuş, Kapıkulu Ocakları’nda asker olmayıp maaş alanları tespit etmiştir.
İstanbul'da barınan adamlarının yağmalara karışması, halka Kabakçı Mustafa
isyancılarını
aratır olması halk arasında huzursuzluk yaratmış, ona olan güveni sarsmıştı. Sened-i İttifak anlaşması ise II. Mahmut'a "pâdişâhın otoritesinin kısıtlandığı"
yönünde duyurulmuş, pâdişah paşaya karşı kışkırtılmıştı. Alemdar Mustafa Paşa'nın yeniçerilerin "kendilerine alternatif olduğu düşüncesiyle"
karşı çıktığı Nizâm-ı Cedîd'i (Sekbân-ı Cedit olarak farklı isimle
de olsa) yeniden kurması, bu kuruluşu kısmen finanse etmek niyetiyle "esame" denen, yeniçerilere mahsus eski ulûfe cüzdanlarını râyiç bedel vererek toplatıp yakılması ve Yeniçeri Ocağı’nda
yolsuzluk tespiti yapmaya kalkışması onların da düşmanlığını kazanmasına
yetmişti.
Sonunda ortaya çıkan Alemdar Vakâsı adı verilen yeniçeri isyânının ilk gününde isyancı yeniçeriler Alemdâr'ın kalmakta olduğu Bâb-ı Âlî'yi bastılar. Sekbanların karşı koyması üzerine de ateşe
verdiler. Saraydan yardım gelmeyince umudunu yitiren Alemdar barut mahzenini ateşleyerek içeri
girmeye çalışan 1.000'e yakın yeniçeriden 600 kadarıyla birlikte öldü. Yeniçeriler yangından sonra onun ölüsünü bularak günlerce İstanbul'da dolaştırdılar. Sonra parçalayıp Yedikule dışındaki bir kuyuya atmışlardır. Sonradan İstanbul'da
Zeynep Sultan Câmii avlusunda yapılmış
bir türbeye
gömülmüştür.
Çavuşbaşı Memiş Paşa: * (1808-1809)
Gençliğinde İstanbul'a gelerek vezir dâirelerinde kâtiplik öğrenmiştir. İntisâb ettiği Kör Yusuf Ziyâ Paşa *'nın kapı kethüdâlığını yaptı. Dîvân-ı Hümâyun hizmetlerinde bulundu. Başmuhâsebeci, 1807'de çavuşbaşı oldu.
Alemdar Mustafa Paşa'nın yeniçeriler tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan Alemdar Vakâsı sırasında 15 Ekim 1808'de vezirlikle sadâret kaymakamı oldu. Bu göreve
getirildikten bir hafta sonra, âsîlerin dikkatini çekmeyecek birinin sadârete getirilmesi uygun görülerek 22 Kasım'da sadrâzamlığa getirildi. Böyle bunalımlı bir dönemde devleti idâre
edemeyeceği anlaşılarak kırk gün sonra Ocak 1809'da azledildi. Önce Bursa'ya, sonra da Sakız'a sürüldü ve orada vefât etti.
Kör Yusuf Ziyâüddîn Paşa: * ** (1798-1805), (1809-1811)
Laz Aziz Ahmed Paşa: * (1811-1812)
Yeniçeri Ocağı’ndan yetişerek kapıcıbaşı ve İbrâil Nâzırı olmuştur. 1811 Osmanlı - Rus Harbi’nde mîrahor pâyesi ile Ordu-yu Hümâyun'da
görev alıp asker sevkine mêmur olarak Edirne'ye gönderilmiştir.
Görev başarısını Hacı Mustafa Ağa, İbrâhim
Refet Efendi'ye anlatmış, o da pâdişaha arz ederek hem sadrâzam olmuş, ordu seferde olduğundan aynı zamanda serdâr-ı ekrem pâyesini de almıştır. 9 Temmuz 1811'de Rusçuk'u Rusların elinden almıştır. Savaşın sonunda imzâlanan Bükreş Antlaşması'yla Basarabya'nın tamâmı Rusya'ya bırakıldı.
Görevinden alınarak, Bursa'ya gönderilmiş, yerine Hurşid Ahmed Paşa getirilmiştir.
Halep ve sonra Erzurum Beylerbeyi olmuştur. Mart
1819'da vefât etmiştir. İbrâil Nezâreti sırasında kendisine silahdar olan, Benderli Ali'yi yetiştirmiştir. Benderli Ali, Laz
Ahmed Paşa'nın Erzurum Beylerbeyliğinde vefâtına kadar hizmetinde kalmış ve çeşitli
devlet görevlerinden sonra 1821'de sadrâzam olmuştur.
Hurşid Ahmed Paşa: * (1812-1815)
Bir Tatar'ın kölesi iken Rumeli Beylerbeyi Selim Sırrı Paşa
tarafından satın alınıp yetiştirilmiştir. Âzâd olduktan sonra devlet ricâlinden
Rasih Efendi'ye sonra da Reisülküttab Râşid Efendi'ye ve nihâyet Kaptanıderyâ Küçük Hüseyin Paşa'ya
intisap etti. İlk mêmuriyeti Niş Muhâfızlığı'na 2 Haziran 1799'da tâyin edildi.
Daha sonra buradan Mısır'a geçerek Mısır Savaşları’nda bulundu. 9 Mayıs 1802 târihinde kendisine mîrimîranlık rütbesi verilerek İskenderiye Muhâfızlığına tâyin edildi. 18 Mart 1804'te Mısır Kaymakamlığına atandı. Mart’ın sonlarına doğru da Mısır Beylerbeyliğine geçti. Hurşid Ahmed Paşa, Mısır Beylerbeyliğinden kısa
bir süre sonra Mehmed Ali Paşa ile arası açıldı ve Mehmed Ali Paşa’nın entrikalarıyla 16 Ağustos 1805'te Mısır Beylerbeyliğinden azledildi.
Mısır Beylerbeyliğinden azledilen
Hurşid Ahmed Paşa, 28 Aralık 1806'da Niş Muhâfızlığı'na sonra da Mora Beylerbeyliğine atandı. Daha sonra Rumeli Beylerbeyliğine atandı ve Sırp İsyânı'nı bastırmakla görevlendirildi. Sırp İsyânı'nı ile başarılı
bir şekilde mücâdele eden Hurşid Ahmed Paşa, 5 Eylül 1812'de sadrâzamlığa taltif edildi.
Hurşid Ahmed Paşa, sadrâzam olduktan
kısa bir süre sonra Sırp İsyânı'nı başarılı bir şekilde bastırdı. Sadrâzamlık
yaptığı sırada sarayda en güçlü konumda bulunan Hâlet Efendi ile arası açıldı. Bunun üzerine Hâlet Efendi ulemâ ve yeniçerileri ayaklandırarak Hurşid Ahmed Paşa'yı
30 Mart 1815'te sadrâzamlıktan azlettirdi. Tekfurdağı'nda bir süre sürgünde kalan Hurşid Ahmed Paşa buradan Bosna Beylerbeyliğine ve bundan kısa bir süre sonra da 13 Ağustos 1816'da Anadolu Beylerbeyliğine atandı.
Burada görev yaptığı süre zarfında
Diyarbakır,
Halep isyanları ile uğraştı ve bu isyanları da kısa bir süre sonra bastırdı. Hurşid Ahmed Paşa,
Diyarbakır ve Halep isyanlarını bastırdıktan kısa bir süre sonra Bâb-ı Âlî'ye karşı isyan eden Rumeli Beylerbeyi Tepedelenli Ali Paşa'yı ortadan kaldırmak üzere 19 Temmuz 1822'de Rumeli Beylerbeyliğine
geçerek Tepedelenli Ali Paşa üzerine serasker tâyin edildi.
Hurşid Ahmed Paşa, Tepedelenli ile
uğraşırken; Tepedelenli, Mora'daki Rumları isyâna teşvik etti. Tepedelenli'yi ortadan kaldıran
Hurşid Ahmed Paşa, Mora İsyânı ile mücâdele ettiği
bir sırada 19 Kasım 1822'de yetmiş beş seksen yaşlarında bulunduğu bir sırada vefât
etti.
Mehmed Emin Rauf Paşa: * (1815-1818), (1833-1839), (1840-1841), (1842-1846), (1852-1852)
1814 yılında başdefterdar oldu. 1815 yılında sadrâzamlığa getirildi. II. Mahmut üzerinde etkili olan Hâlet Efendi ile anlaşmazlık yaşayınca Sakız Adası’na sürüldü. Bağışlandıktan sonra sancakbeyliği ve beylerbeyliği yaptı.
1833'te tekrar sadrâzamlığa getirildi. 30 Mart 1838'de sadrâzamlık başvekilliğe dönüştürülünce ilk başvekil oldu. Ayrıca Dâhiliye Nâzırlığı’nı da üstlendi. Temmuz 1839'da Abdülmecit tahta gelince
görevden alındı. 1840-41 arası üçüncü kez, 1842-46 arası dördüncü kez sadrâzamlık
yaptı. Ocak 1852'de beşinci kez sadrâzamlığa getirildi. Mart 1852'de Tanzîmat yanlılarının baskısıyla görevinden alındı.
Burdurlu Derviş Mehmed Paşa: * (1818-1820)
Seyyid Ali Paşa: * (1820-1821)
Kapıcıbaşıyken 1816’da vezir rütbesini alarak Mora Beylerbeyliğine atandı. 1819’da Hüdâvendigâr ve Kocaeli Mutasarrıflığına getirildi. 1820’de de sadrâzam oldu. Daha sonra Karadeniz Seraskerliğine ve Karaburun Muhâfızlığına, ardından da Mora Seraskerliğine atandı. Ancak kısa süre sonra görevinden alındı (1822).
Ankara
ve Çankırı
sancaklarında
değişik görevler yaptıktan sonra vezirlik rütbesi alınarak Filibe’ye sürgün edildi. Kısa bir süre
Karaman Beylerbeyi olduysa da yine
görevinden alındı ve ölümüne kadar kalacağı Maltepe’de yaşamını sürdürdü.
Benderli Ali Paşa: * (1821-1821)
Yunan Ayaklanması'nı gizlice desteklediği gerekçesi ile 22 Nisan 1821'de
Fener Patriği Grigorios'un asılmasına ferman buyurmuştur. Ancak bu
irâde sonrasında 30 Nisan'da görevden
uzaklaştırılarak sürülmüş ve îdam edilmiştir.
Târihte pâdişah emri ile asılan 44.
ve son sadrâzamdır. Moldova'nın Bender şehrinde doğmuştur. Benderli Ağa Baba adlı zâtın oğludur.
Gençliğinde kölelerinden
birini tokatlayarak ölümüne sebep olmuş ve diyetini ödemesine rağmen vicdan azâbı
ile şehir değiştirip Hotin'e gidip eşraftan Ali Ağa'ya bağlanmıştı. Sonra Laz Aziz Ahmed Paşa'ya İbrâil'de iken silahdar oldu ve birlikte Erzurum'a gidip kapıcıbaşı oldu. Onun vefâtında dönerek Gümülcine Mübâyaacısı ve sonra mîrimîran olup ardından Edirne Mutasarrıfı ve ordu çarhacısı oldu. Ardından vezir olarak Çıldır Beylerbeyi oldu.
Sadrâzam Seyyid Ali Paşa, Yunan İsyânı çıkınca azledildi.
Yerine Benderli Ali Paşa getirildi. Benderli atandığı sırada Çirmen'de göreve gitmekteydi. Sicill-i Osmânî'ye göre İstanbul'a gelmiş ve idâreyi ele almış, Târih-i Cevdet'e göre ise recebin on beşinde Maltepe'ye geldiğini saraya bildirmiştir. Yine Târih-i
Cevdet'e göre, recebin on sekizinci günü Benderli Ali Paşa, silahdar ağa vâsıtasıyla rikâb-ı hümâyuna dâvet ve Şeyhülislam Abdülvahap Efendi ile birlikte gelenek olan sadâret hil’atini giydikten sonra Bâb-ı Âlî'ye gelmiştir.
Yeni sadrâzam gelenek olan hil’atleri
giydikten sonra, birkaç gün önce pâdişah sarayının suyunu
zehirlemek, Demirkapı'da suyolcuların oturdukları kale burcuna mazgallar açmak gibi suçlarla
itham edilerek hapsedilen üç Rum suyolcuyu îdam ile işe başlamıştır. Üçüncü defâ İstanbul Rum Patriği olan Grigorios'un Moralılar ile haberleştiği ortaya çıktığından, yine recebin on dokuzuncu
günü ki, Rumların paskalyası idi, azil ve katlinin lüzûmundan bahisle yerine on
ikilerden birinin seçilmesi hakkında çıkan ferman, Dîvân-ı Hümâyun Tercümanı İstavraki Bey'e verilince îdam sözünü işittiği gibi
şâyet cemâat korkarsa başka patrik seçimi zor olur diye hatırlatınca îdam sözü tashih edildi.
İstavraki Bey patrikhâneye gitmiş, metropolitleri toplayarak fermânı okumuş, Pisidya Metropoliti Oyenos'u patrikliğe
seçtirmiştir.
İşte bu seçim sırasında sadrâzam Grigorios'u Bâb-ı Âlî'ye getirterek "Senin
bu fesaddan önceden haberin yok mu idi ki, saklayıp söylemedin" diye sorduğunda
inkâr etti. Sadrâzam tekrar sorguya başlayarak: "Ya! Bir fâhişe avradın yaptığı zinâya kadar haberiniz olduğu
hâlde, böyle milletçe büyük bir fitne fesaddan câhilce haberim yoktu demekle
inandırabilir misiniz?" diye ısrarla suçlayınca, Grigorios: "Devletli efendim! Bendeniz doksan
yaşını geçmiş şuursuz bir ihtiyârım. Eğer bilirse on ikiler bilir"
diye cevap vermiş ise de, bayağı bir papaz ve kocabaşı gürûhunun uzun
zamandan beri haberdar olduğu milliyet işinden patriğin haberinin olmaması akıl
dışı bir olaydı. Bundan dolayı sadrâzam "bunu şimdilik Kadıköyü’ne
götürünüz" diyerek kovduğu sırada, yeni patriğin
seçildiği haberi gelince Grigorios hemen Fener'e gönderilerek yaftası göğsüne takıldı, patrikhânenin orta kapısında îdam edildi. Patriğin asıldığı günden
sonra, îdâma
götürülürken dışarı çıkartıldığı odanın kapısı kilitlenmiştir. Bugün kilisenin inisiyatifine bağlı olarak kapı hâlâ kapalı
tutulmaktadır. Bu kapı Petro Kapısı ya da Orta Kapı olarak da bilinir. Peşinden
Kayseri, Edremit ve Tarabya metropolitleri dahi Balıkpazarı’nda, Kaşıkçılar Hanı önünde ve Parmakkapı'da îdam edildiler.
Benderli gelip sadârete oturunca, kötülüklerin (herhâlde başta Yunan gâilesi) kökeninde Mehmed Saîd Hâlet Efendi'nin bulunduğu kanısına ulaştı ve Sultan Mahmut'a onun îdâmını
önerdi. Sultan Mahmut "düşünelim"
dediyse de o akşam Hâlet Efendi kendisiyle görüştüğü için, ertesi gün Hâlet
yerine Benderli'nin azil, sürgün ve sonra da îdâmı için irâde çıktı.
Fiilî sadâreti böylece 9 gün sürmüş
oldu. Cenâzesi Karacaahmet'e defnedildi. Târih-i Cevdet'e göre ise sadrâzamlığının onuncu günü sabahleyin silahşör takımı ile dört nefer
bostancı çuhadârı
gelerek kendisini saraya dâvet ettikleri zaman, garip bir dâvet şekli olduğundan biraz tereddüt ettikten
sonra kalkıp saraya gidince bostancıbaşı karşılayarak kalfa yerine çevirdi. Derhâl dârüssaâde ağası gelerek pâdişah mührünü alıp,
kendisini Balıkhâne'ye
gönderdi ve sadrâzamlık eski kaymakam Hacı Sâlih Paşa'ya
verildi. Daha sonra Benderli Ali Paşa (Târih-i Cevdet'e göre) Kıbrıs'a sürüldü. Arkasından îdâmı için özel mübâşir ile pâdişah emri
gönderildi. Vefâtında yaşı 50'yi aşkın, işgüzar ve cesurdu. Kardeşi Kapıcıbaşı Halil Bey'dir.
Hacı Sâlih Paşa: * (1821-1822)
Rumların 12 Şubat 1821’de Mora’da başlayan isyânı devam ediyordu. 28 Mart’ta vezîriâzamlığa getirilen Benderli Ali Paşa, Hâlet Efendi’nin bu isyanlara el altından destek verdiğini anlamış, onu îdam ettirmek için zaman kaybetmeden girişimlere başlamış
olmasına rağmen, bir ay sonra Hâlet Efendi’nin gayretleriyle azledilmiş, yerine
30 Nisan’da dönmelerden Hacı Sâlih Paşa tâyin edilmişti.
Benderli Ali Paşa’yı Kıbrıs’a sürgün etmiştiler. Çok
geçmeden bu paşanın İstanbul’a getirilerek, Yunan İsyânı’na destek verdiği suçlamasıyla îdam edilmesi Bâb-ı Âlî’nin en büyük cinâyetlerinden biridir. Hâlet Efendi, kendi suçunu nasıl Tepedelenli Ali Paşa’nın üzerine yıkmışsa, ikinci kurban olarak Benderli Ali
Paşa’yı seçmiş, onu en ağır bir biçimde cezâlandırmıştı. Yanı başındaki en
büyük düşmana karşı yıllarca gaflet içinde bulunan II. Mahmut, bu isyanda önemli rol oynayan patrik ve metropolitleri îdam ettirerek cezâlandırdı.
Mora’da, hattâ Yunanistan’da bulunan Türkler ve Osmanlı İmparatorluğunda itâatinden şüphe duyulmayan halktan bâzı kesimler, Rumların
artan tecâvüzlerine karşı silahlandırıldılar. Düzenli bir donanma ve disipline sâhip
yeterli bir ordu yoktu. Bu yüzden Mora Yarımadası’nda isyanları bastırılamayan Rumlar, 13 Ocak 1822’de, Epidoros’ta Yunanistan’ı kurma fikrini kamuoyuna açıkladılar. Bütün bunlara rağmen Bâb-ı Âlî,
hâlen Tepedelenli Ali Paşa’nın
peşindeydi. Oysa Yanya Beylerbeyi’nin vatanseverliği, Hâlet Efendi’nin de hâinliği ortaya çıkmıştı.
Bâb-ı Âlî’nin gözüne ve kulaklarına sanki mil çekmiştiler. Hâlet
Efendi,
bir yolunu bulup Rumlara
destek verenin yine Tepedelenli Ali Paşa olduğunu açıkladı. Bâb-ı Âlî’nin ahmak devlet adamları da
bu yalana anında inandılar. İmparatorluğu yöneten sanki II. Mahmut değil, Hâlet
Efendi’ydi. Ne derse bu hâinin sözü o anda yerine getiriliyordu. Hâlet
Efendi’ye göre Tepedelenli Ali Paşa’nın hakkından en kısa zamanda gelinmeliydi.
Bâb-ı Âlî’nin emrini yerine getirmek için görevlendirilen Rum fedâîleri
24 Ocak 1822’de bunu başardılar. Tepedelenli Ali Paşa, kurşunlanarak
öldürülmüş, 10 Kasım’da sadrâzamlığa "Deli Abdullah" denen Hamdullah Paşa getirilmişti.
Azledilen Hacı Sâlih Paşa,
bu azlin Hâlet Efendi tarafından gerçekleştirildiğini anladığı için ertesi gün II. Mahmut’un huzûruna
çıkarak, ona bütün bildiklerini söyledi. Hattâ Hâlet Efendi’nin Rumlara destek
vermesini belgeleriyle birer birer ortaya koyunca sihirli büyünün bir anda
çözüldüğünü ve gerçeklerin bir anda kendini gösterdiğini devlet görevlileri de
fark ettiler. Hâlet Efendi, Konya’ya sürüldü. İkinci bir fermanla da îdam edildi. Kesik başı İstanbula getirilerek teşhir edildi.
Bu hâin, devrin ulemâsı tarafından tarîkat ehli kabul
edildiğinden Yahyâ Efendi Dergâhı’na defnedilmiştir. Balıkhâne Kasrı’na kapatılan son devlet adamı ise 1822'de azledilen Sadrâzam Hacı Sâlih Paşa idi. Îdamdan güç belâ kurtulmuştu.
Bostancıbaşı Deli Abdullah Paşa (Hamdullah Paşa): * (1822-1823)
Safranbolu'dan İstanbul'a gelmiş bir âilenin çocuğuydu ve Çengelköy'de doğdu. Gençliğinde askerî eğitim gördükten sonra sarayın muhâfızlarının komutanı demek olan ‘‘bostancıbaşı’’ rütbesine yükseldi. Sonra azledildi, derken yeniden hükümdârın gözüne girdi ve kaptanıderyâ yapılarak donanmanın başına getirildi. Denizcilikten anlamıyordu ve bunu
sarayın da fark etmesi üzerine yeniden azledildi. Bir ara İstanbul'dan ayrılması yasaklandı, sonra İstanbul Boğazı Muhâfızı yapıldı ve 1822'nin 10 Kasım'ında sadrâzamlığa tâyin edildi.
Abdullah Paşa'nın kaderinde, sanki hiç
durmadan azledilmek yazılıydı ve sadrâzamlıkta da sâdece dört ay kalabildi.
1823 Mart'ında o devrin top ve diğer silahlarının îmal edildiği tophâne binâsı
bir gece birdenbire yanıverince Abdullah Paşa'ya yeniden yol göründü. Bu defâ sadrâzamlıktan
da azledilerek İzmit'e sürgüne yollandı ve orada hastalanıp hayata vedâ etti.
Turnacızâde Silahdar Ali Paşa: * (1823-1823)
Rusçuklu Gâzî İsmet Ahmed Paşa’nın oğludur. Enderun’da yetişti. Tülbent ağası oldu. 15 Ekim 1811‘de silahdarlığa getirildi. Yedi yıl bu görevde kaldıktan sonra alındı.
Beş yıl kadar görev almadan yaşadıktan sonra, 17 Mart 1823’te sadrâzamlığa getirildi. Bu görevi sürdürürken, kendisine âit tüm
görevleri Ağa Hüseyin Paşa yüklendi. Kendisinden umulan başarıları
sağlayamayınca, 13 Aralık 1823’te görevinden uzaklaştırıldı. Yerine Gâlip Paşa sadrâzam
oldu.
Silahdar Ali Paşa sadrâzamlıktan uzaklaştırıldıktan
sonra, Tekirdağ’a sürgün edildi. Haziran 1824’te
Karaman Beylerbeyi oldu. 1827’de vezirliği elinden alındı. Ancak 1828’de vezirliği yeniden
verildi. Daha sonra da Çanakkale Muhâfızlığına gönderildi. Fakat oraya gittikten birkaç gün sonra öldü.
Mehmed Saîd Gâlip Paşa: * (1823-1824)
III. Selim zamânında Paris elçiliği görevinde bulunmuş, Fransa'nın Mısır'ı Osmanlı yönetimine geri vermesini sağlayan El-Ariş Antlaşması’nı imzâlamıştır. II. Mahmut'un tahta geçirilmesinde rol
oynamıştır. II. Mahmut dönemine damgasını vuran Mehmed Saîd Hâlet Efendi'ye muhâlif olmuştur.
İstanbul’da doğdu. Bâb-ı Âlî’den yetişti. 1801’de elçilikle Fransa’ya gitmiş, birkaç defâ reisülküttab olmuş, birçok beylerbeyiliklerde bulunmuş, birkaç kere de rütbesi alınarak sürülmüş, 1823’te dokuz ay kadar sadrâzamlık yapmıştır. Eserlerinden Fransa Sefâretnâmesi sayısı 14 kadar olan sefâretnâmeler arasında en değerlilerden sayılır. Sefâretnâmesi Edebiyât-ı Umûmiye Mecmûası’nda yayınlanmıştır. 1829'da vefât etmiştir.
İstanbul’da doğdu. Bâb-ı Âlî’den yetişti. 1801’de elçilikle Fransa’ya gitmiş, birkaç defâ reisülküttab olmuş, birçok beylerbeyiliklerde bulunmuş, birkaç kere de rütbesi alınarak sürülmüş, 1823’te dokuz ay kadar sadrâzamlık yapmıştır. Eserlerinden Fransa Sefâretnâmesi sayısı 14 kadar olan sefâretnâmeler arasında en değerlilerden sayılır. Sefâretnâmesi Edebiyât-ı Umûmiye Mecmûası’nda yayınlanmıştır. 1829'da vefât etmiştir.
Benderli Mehmed Selim Sırrı Paşa: * (1824-1828)
Hotinli Kapıcıbaşı Mustafa Ağa'nın oğlu olduğundan "Hotinli" diye de bilinir. Devlet kapısında kapıcıbaşılık, bostancıbaşılık gibi çeşitli görevlerde bulundu. 1819’da vezirlik rütbesiyle Silistre Beylerbeyi oldu. Eylül 1824’te
Mehmed Saîd Gâlip Paşa’nın yerine sadrâzamlığa getirildi. II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı'nda bir şekilde kendine yakın adamları başa getirerek güç
kazandıktan sonra yeniçerilerle ilgili düşüncelerini gerçekleştirmeyi başaracak güçlü bir sadrâzam gerekiyordu. Pâdişah,
o sıradaki Sadrâzam Gâlip Paşa'ya düşüncelerini açtığında paşa, kendisinin bu işte başarılı olamayacağını, cesur, gözü pek
bir sadrâzamın örneğin Benderli Selim Paşa'nın başarılı olabileceğini
söylemiştir. Böylece Selim Paşa sadrâzam olmuştur.
Selim Paşa, yeniçeri ortalarından muallem (eğitim eri) yazılması ve bunların Batı yöntemleriyle
eğitilip eşkinci (sefere katılan yeniçeri) yetiştirilmesini benimsetmiştir. Avrupa tarzında üniforma
giydirilen yeni ordu eğitime başladı. Bundan 3 gün sonra yeniçeriler bu uygulamaya karşı çıkarak ayaklandılar ve kazanlarını Etmeydanı'na çıkararak gösterilere başladılar. Ulemâyı yanına alan II. Mahmut, Sancak-ı Şerîf'i çıkararak halkı yeniçerilere karşı savaşmaya çağırdı. Yeniçeri Ocağı dışındaki bütün ocaklar, pâdişaha sadâkatlerini bildirdiler. Aksaray'daki Etmeydanı'nda bulunan yeniçeri kışlaları top ateşine
tutuldu. 6.000'den fazla yeniçeri öldürüldü. 20.000 civârında isyancı da tutuklandı. Osmanlı târihinde Vakâ-i Hayriye olarak bilinen bu olaylar sırasında ayaklanan yeniçerileri
sert biçimde bastıran Sadrâzam Mehmed Selim Sırrı Paşa büyük bir rol almıştır.
Bir fermanla Yeniçeri Ocağı kaldırılarak, yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye'nin kurulacağı duyuruldu. Mehmed Selim Sırrı Paşa, bu yeni orduyu örgütleme çalışmalarını başlattıysa da 1828-29 Osmanlı - Rus Savaşı'nda başarısızlığa uğraması ve Varna’nın Rusların eline geçmesi üzerine görevinden alınarak önce
Gelibolu’ya ardından da Sofya’ya sürüldü. 1830’da bağışlanarak Halep Beylerbeyliğine atandı. Ertesi yıl Şam Beylerbeyliğine getirildi ve bu görevi sırasında, Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın tertîbi ile ayaklanan ahâli, Selim Paşa'nın
konağına hücum ederek yakmış ve bu yangın sırasında Selim Paşa
da yanarak şehit olmuştu. Âilesinin, Üsküdar'da Büyük Selim Paşa Caddesi ile Gündoğumu Caddesi'nin
birleştiği yerde ve yüksek bir set üzerinde bulunan mezarlığına Selim Paşa
adına kalın, silindir şeklinde mermer bir hâtıra taşı dikilmiştir. Cumhuriyet döneminde İstanbul'da bulunan Bigados kasabasına onun adından esinlenerek Selimpaşa ismi verilmiştir.
Mehmed Selim Sırrı Paşa, Silistre Beylerbeyliği görevi sonunda
İstanbul'a dönerken Bigados'a uğramış, çok beğendiği bu belde ile daha sonra sadrâzamlığı döneminde de ilgilenerek birtakım îmar faaliyetlerinde
bulunmuştur. O dönemden kalan bir çeşmenin kitâbesinde 1828 yılında Selim Sırrı Paşa tarafından yaptırıldığı
belirtilmektedir.
Dârendeli Topal İzzet Mehmed Paşa: * (1828-1829), (1841-1842)
1792-93’te Dârende'de doğdu. Dârende eşrâfından İbrâhim Bey'in oğludur.
Vezâret rütbesini çeşitli eyâletlerde beylerbeyilik yapan amcası Dârendeli Ali Paşa'nın yanında yetişti. Ali
Paşa Karaman Beylerbeyliğine tâyin edilince (1809) onun mühürdârı oldu. Kısa zamanda kapıcıbaşılık ve mîrahurluk pâyelerini elde ederek çeşitli yerlerde voyvodalık ve mütesellimlik görevlerinde bulundu. Bursa Beylerbeyi ve Karadeniz Boğazı Muhâfızı olan Ispartalı İbrâhim Paşa'nın kapı kethüdâlığını yaptı. Daha sonra İbrâhim Paşa'nın yerine mîrimîranlık rütbesiyle Karadeniz Boğazı'nın Anadolu sâhilleri
muhâfızlığına
getirildi (1821). Bu görevine ek olarak Afyonkarahisar (1822) ve Menteşe (1823) sancakları mutasarrıflığı ve vezir rütbesiyle Anadolu Beylerbeyliği (1825) görevlerini de üstlendi. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması sırasında büyük yararlık gösterdi. Karadeniz
Boğazı'nın Rumeli sâhilleri
muhâfızı
Ağa Hüseyin Paşa ile birlikte Etmeydanı'ndaki yeniçeri kışlalarını kuşatarak
âsî yeniçerileri îdam ettirdi. Görev
bölgesi olan Üsküdar'da
da yeniçerilerle işbirliği yaptıklarından şüphelendiği kale yamaklarını yakalatarak ortadan kaldırdı.
Bir süre sonra Koca Hüsrev Paşa * **'nın
yerine kaptanıderyâlığa getirilen (9 Şubat 1827) İzzet Mehmed Paşa, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş açması üzerine (26
Nisan 1828) Rumeli'ye
gönderildi. Donanma Navarin'de batırıldığı için 3.000 kadar deniz askeriyle birlikte
kara yoluyla Varna'ya
ulaştı ve 10.000'den fazla askerle Varna'yı kuşatan Rusları bozguna
uğrattı (14 Temmuz 1828). Rusların yirmi dört savaş gemisi ve 18.000
askerle Varna'yı denizden ve karadan yeniden kuşatmaları üzerine hükûmet,
Serezli İsmâil Bey'in oğlu Yusuf Muhlis Paşa'yı Varna Muhâfızlığına tâyin etti. Sadrâzam Selim Mehmed Paşa da yeni oluşturulan bir ordu ile İstanbul'dan yola çıktı (24 Ağustos 1828). İzzet Paşa, dışarıyla irtibâtı
tamâmen kesilen Varna'yı bütün gücüyle savunmayı sürdürdü. Sadrâzam Selim
Mehmed Paşa 4.000 kişilik bir süvârî birliğini Varna'nın
yardımına gönderdiyse de bir sonuç alınamadı. Sadrâzamın, doğrudan Varna'ya ilerlemeyip beklemesi, Yusuf Paşa'nın Ruslarla teslim şartlarını görüşüp halkın da desteğini alması karşısında İzzet Mehmed Paşa, dört aydır savunduğu Varna Kalesi'nden çıkarak (12 Ekim 1828) sadrâzamın ordusunun bulunduğu Aydos'a
geldi. Varna savunmasıyla ilgili belgeleri İstanbul'a gönderdiği gibi yazılı
bir raporu da sadrâzama verdi.
Sadrâzam tarafından sorguya çekilen
İzzet Mehmed Paşa, dört ay süreyle Varna'yı nasıl savunduğunu anlatıp Yusuf
Paşa'nın Varna'ya gelmesinden sonra işlerin karıştığından, halkı kışkırtmaları
konusunda defâlarca yazı yazdığı hâlde paşanın bunu dikkate almamasından
yakındı. Varna'ya dört saat mesâfede 20.000'den fazla asker bulunduğu hâlde
yardım gönderilmediğini belirterek Varna'nın tesliminden sadrâzamın sorumlu
olduğunu, durumu İstanbul'a bildirdiğini söyledi. Bu arada Varna'nın
kaybedilmesinden sorumlu tutulan sadrâzam Selim Mehmed Paşa azledilmiş ve
yerine İzzet Mehmed Paşa getirilmişti. Sorgulandıktan sonra tereddüt ve korku
içinde beklediği bir sırada tâyin haberi İzzet Mehmed Paşa'ya ulaştı (29 Ekim
1828). Birinci Mîrahur Mehmed Ağa'nın getirdiği hatt-ı hümâyunda eski sadrâzamın beceriksizliğiyle yeni sadrâzamın gayret
ve cesâretinden söz ediliyordu.
İzzet Mehmed Paşa ilk iş olarak
Varna'yı kurtarmak istedi ve orduyu Aydos'tan Şumnu'ya naklederek harekât için asker ve iâşe tedârikine
başladı. Rusların Pravadi'deki
kuvvetlerini dağıtmak üzere de Aliş Paşa ile İbrâhim Paşa'yı görevlendirdi.
Fakat şiddetli yağışlar yüzünden Kamçı Nehri’nin taşması Osmanlı kuvvetlerinin harekâtını engelledi. Rus
kuvvetleri karşısında zor durumda kalan ve anlaşma için nabız yoklayan İzzet
Mehmed Paşa başarısızlığı sebebiyle azledilerek yerine Reşid Mehmed Paşa
getirildi (28 Ocak 1829). Böylece üç ay beş gün süren ilk sadrâzamlığı İstanbul'a gelmeden sona ermiş oldu. Vezirlik rütbesi de geri alınarak Tekirdağ'a gönderildi. Burada sürgün hayâtı yaşarken Edirne'yi işgal eden Rusların Tekirdağ'a yaklaşmaları karşısında
halkı teşkîlatlandırdı ve savunma tertîbâtı aldırdı. Bir süre sonra da pâdişah tarafından affedildi
ve Rumeli eşkıyâsı ile mücâdele etmek şartıyla vezirliği geri verildi. Önce
Sofya taraflarına gönderilen paşa (Nisan 1831), ardından
Vidin ve Niğbolu beylerbeyiliklerine
getirildi (2 Ocak 1832). Vidin Beylerbeyliğinden alınmasından (Temmuz 1833) sonra bir süre Edirne'de ikâmete
mecbur edildiyse de çok geçmeden Afyonkarahisar Sancakbeyliğine tâyin edilip (15 Ocak 1834)
vaktiyle Yeniçeri Ocağı'nın
kaldırılışı sırasındaki hizmetlerinden dolayı pâdişah tarafından bir nişanla taltif edildi. Ankara, Çankırı ve Kastamonu sancakları da ek olarak ona verildi. Ardından Afyonkarahisar
Kütahya'ya
bağlanarak Çorum ve Vîranşehir'in ilâvesiyle yeni oluşturulan Ankara Müşirliğine getirildi (9 Eylül 1836). Bu görevinden ayrıldıktan (24
Ağustos 1839) sonra bir süre İstanbul'daki konağında dinlendi ve ardından
Akdeniz Boğazı Muhâfızı oldu (28 Temmuz 1840).
Bu arada Mısır Beylerbeyi Mehmed Ali Paşa'ya karşı büyük devletlerle yapılacak ortak askerî harekâtın serdarlığı için güçlü bir vezîrin tâyini kararlaştırıldığından bu iş için İzzet Paşa uygun görüldü ve kendisine Sayda, Beyrut ve Trablusşam'ın da ilâvesiyle oluşturulan Akka (Sayda) Beylerbeyliği verildi (Ağustos 1840). Aynı zamanda Berrüşşam Seraskerliği görevini de üstlendi ve birleşik devletlerin donanmasıyla berâber Suriye sâhillerine hareket etmesi kararlaştırıldı. Ordusunu Kıbrıs'ta toplayan İzzet Paşa askerini İngiliz ve Avusturya gemileriyle Berrüşşam sâhillerine nakletti. Donanma amiralleriyle görüşerek Beyrut'un yakınındaki Cüvni Limanı’na asker çıkardı. Bu bölgede Mısır kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Fakat atının eyerinde bulunan silâhının kazâ ile patlaması sonucu ayağından sakatlandığı için seraskerlikten azledilerek Edirne Beylerbeyliğine gönderildi (24 Kasım 1840). Gelibolu'ya vardığında ayağı henüz iyileşmediği için vâlilik görevinden affını istedi ve İstanbul'a gelmesine izin verildi (Haziran 1841).
Bu arada Mısır Beylerbeyi Mehmed Ali Paşa'ya karşı büyük devletlerle yapılacak ortak askerî harekâtın serdarlığı için güçlü bir vezîrin tâyini kararlaştırıldığından bu iş için İzzet Paşa uygun görüldü ve kendisine Sayda, Beyrut ve Trablusşam'ın da ilâvesiyle oluşturulan Akka (Sayda) Beylerbeyliği verildi (Ağustos 1840). Aynı zamanda Berrüşşam Seraskerliği görevini de üstlendi ve birleşik devletlerin donanmasıyla berâber Suriye sâhillerine hareket etmesi kararlaştırıldı. Ordusunu Kıbrıs'ta toplayan İzzet Paşa askerini İngiliz ve Avusturya gemileriyle Berrüşşam sâhillerine nakletti. Donanma amiralleriyle görüşerek Beyrut'un yakınındaki Cüvni Limanı’na asker çıkardı. Bu bölgede Mısır kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Fakat atının eyerinde bulunan silâhının kazâ ile patlaması sonucu ayağından sakatlandığı için seraskerlikten azledilerek Edirne Beylerbeyliğine gönderildi (24 Kasım 1840). Gelibolu'ya vardığında ayağı henüz iyileşmediği için vâlilik görevinden affını istedi ve İstanbul'a gelmesine izin verildi (Haziran 1841).
Ayağının sakatlığından dolayı
"Topal" lâkabıyla da anılmaya başlanan İzzet Paşa, Mısır harekâtındaki başarısından ötürü saraya dâvet edilerek Pâdişah Abdülmecit tarafından taltif
edildi (Ekim 1841) ve çok geçmeden Rauf Paşa'nın yerine ikinci defâ sadrâzamlığa getirildi (5 Aralık 1841). Tâyiniyle ilgili hatt-ı hümâyunda İzzet Paşa'nın eskiden beri hep büyük görevlerde
bulunduğu, devlet işlerine vâkıf, dirâyetli ve sâdık bir vezir olduğu kaydedilmekteydi.
Sert mizâcıyla tanınan ve Tanzîmat aleyhtarı olmakla
itham edilen paşadan
herkes çekiniyor ve kimse icraâtına karşı çıkamıyordu. İzzet Paşa, kısa zamanda
bâzı mâlî ve
mülkî meseleleri halletmekle birlikte hakkında çıkarılan dedikodulardan sıkılan pâdişah tarafından başarısızlığı ileri sürülerek azledildi (30 Ağustos 1842)ve sekiz ay yirmi yedi gün süren ikinci sadâreti de son bulmuş oldu. Bir hafta sonra ikinci defâ Edirne Beylerbeyliğine tâyin edildiyse de bu görevde fazla kalamadı (11 Mayıs 1843), ancak bir süre
sonra affedilerek İstanbul'a gelmesine izin verildi. Ardından kendisine
Hüdâvendigâr Beylerbeyliği uygun görüldü
(Ağustos 1849) fakat rahatsızlığını ileri sürerek gitmediği için emekliye
ayrıldı ve İstanbul'da vefât etti. Eyüp'te Bostan İskelesi tarafında Mihrişah Vâlide Sultan Mektebi bahçesinde medfundur.
Kaynaklarda İzzet Mehmed Paşa'nın
cesur, azimli, sabırlı, vakur, irtikâp ve irtişâdan hoşlanmayan sert mizaçlı
bir devlet adamı olduğu ve üzerine aldığı vazîfede müsâmaha göstermediği,
düşüncelerini serbestçe söylemekten çekinmediği belirtilir. 1832’deki büyük
yangında yanan Ankara Çarşı Câmii'ni kendi parasıyla yeniden inşâ ettirdiği bilinmektedir.
Reşid Mehmed Paşa: * (1829-1833)
Sadrâzamlık ve Diyarbakır Beylerbeyliği gibi birçok önemli
görevlerde bulunmuş yiğit, çalışkan, devlete bağlı ve sâdık bir devlet adamı
olarak bilinmektedir.
Rumeli Beylerbeyi ve İnebahtı Muhâfızı iken Vezîriâzam Dârendeli İzzet Mehmed Paşa görevden alınınca, onun yerine sadrâzamlığa getirildi (28 Ocak 1829). İbrâhim Paşa komutasındaki Mısır ordusu, Konya’da yapılan savaşta Osmanlı Ordusu’nu yendi ve Vezîriâzam Reşid Mehmed Paşa esir düştü (21
Aralık 1832). Bunun üzerine görevden alındı, yerine Anadolu Beylerbeyi Mehmed Emin Rauf Paşa getirildi (18 Şubat 1833).
Diyarbekir Beylerbeyliği 2 yıl 8 ay sürmüştür.
1836 yılında vefât etmiş ve buraya defnedilmiştir.
Kaleminize sağlık.Teşekkürler.
YanıtlaSil